Dönüşüm/transformasyon vasıtası olarak okul

Şaban Çetin, mevcut eğitim sisteminin toplumun kendi ihtiyaçlarını kendisinin karşılayacağı bir üretim düzeni kurmasına engel olduğunu, buun yeni döenmde düzeltilmesi gerektiğini savunuyor.

Dönüşüm/transformasyon vasıtası olarak okul
Son Güncelleme: Whatsapp

Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der
Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der
.[1]

2022 Yılı YKS (Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı) 18-19 Haziran tarihinde yapıldı ve 18 Temmuz tarihinde sonuçları açıklandı. Açıklanan verilere göre sınava yaklaşık 3 milyon kişi girmiş ve sınava girenlerin 96.500’ü sınavdan hiç puan alamamış.

Ülkemiz, takriben 26,5 milyonluk öğrenci sayısı ile yaklaşık 145 ülkenin nüfusunu geride bırakmış durumdadır. Hali hazırda toplam nüfusumuzun 3’te 1’i öğrencidir. Buraya kadar her şey gayet iyi(!) Her üç kişiden birimiz okuldayız, eğitim yılı açılışlarımız görkemli, atılan nutuklar günün ruhuna uygun(!), seremoniler yerli yerinde ve cümleten eğitimden ve çocuklardan çok şeyler bekliyoruz. Onlara teşvik olması babında bir sürü köşeli, süslü, romantik sözler söylemeyi de ihmal etmiyoruz. Maşallah millet olarak ya öğrenciyiz, ya öğretmen ya da eğitim gönüllüsüyüz adeta. “Eğitim şart!” öyle değil mi? Eğitim-öğretimin amacına ulaştığı muhayyel bir faziletler dünyasını görmeyi arzu ediyoruz asırladır. Görebilecek miyiz?

Resme uzaktan bakınca genel olarak görebildiklerimiz bunlar. Biraz yaklaşıp ayrıntıları seçmeye başlayınca daha birçok gerçekle yüz yüze geleceğimiz muhakkak. Herkes kendi zaviyesinden müspet ya da menfi birçok şey görecektir. Hali hazır durumla ilgili birçok tespit yapmak, değerlendirmede bulunmak mümkündür. Ancak eğitim maceramızın başlangıcına, sürecine bakarak bugüne dair yorum yapmak daha muvafık olacaktır. Eğitim maceramız yerine Nurettin Topçu’nun isimlendirdiği gibi  “Maarif Davamız” demek isterdim. Lakin bir “Maarif Davamız” olmadığı/olamadığı aşikârdır. Olan bir şey varsa o da, modernlik projelerine manivela olarak kurgulanmış bir eğitim macerasıdır ancak. Sadece bizde değil hiçbir yerde insanı/insanlığı faziletler katına yükseltecek bir eğitim davası ve düzeni yoktur.

1716 yılında bir Fransız subayının III. Ahmed’e sunduğu raporda, savaşlardaki yenilginin sebebi harp sanayiindeki geri kalmışlığa bağlanıyordu. Çok geçmeden yeni eğitim kurumları ihdas edildi. I. Mahmut tarafından Hendesehane ve Humbarahanenin açılması ve III. Mustafa tarafından 1734’de Mühendishane-i Bahri Hümayun’un açılması[2] ile başlayan eğitimde modernleşme maceramız, sonrasında yeni hamlelerle devam etti. Özellikle II. Abdülhamit döneminde, eğitim kurumlarımızın modernleşmesi anlamında oldukça mesafe katedildi. Devlet-i ‘Aliyye’nin çöküş yüzyılında adeta bir eğitim seferberliği yaşanıyordu.

Osmanlı döneminde, eğitim alanında gerçekleşen modernleşme hamlelerinin bir gayesi vardı: Devleti ‘Aliyye’yi çöküşten kurtarmak ve ilerlemek.  Yapılan bütün hamleler çöküş sürecini durdurmak şöyle dursun, çırpındıkça batmak misali, çöküşün muharrik unsuru oldu adeta. Klasik eğitim kurumlarını ıslah ve ihya edemedik. Yabancı okullara izin verdik, biz de modern eğitim kurumları açtık. Buralarda yetişen yeni kuşak klasik Klasik Osmanlı düzeninin sonunu getirdi.

Cumhuriyet’le birlikte küçülerek yeni bir formda yolumuza devam ettik. Bu yolda da eğitim olmazsa olmazımızdı. Karanlıklar içinde yüzen bir halkı aydınlatacak, onlara gün yüzü gösterecektik(!) Ancak, üzerimize uğursuz bir gölge gibi düşen(!) geçmişimizden kurtulmamız gerekiyordu. O yüzden reddi mirasa teşebbüs ettik ve alfabe değiştirerek bu gölgeden kurtulmaya gayret ettik. Köklü bir değişim yolunu seçmişti Cumhuriyet’imiz, baştan aşağıya bir milleti yeniden yaratma iddiasındaydı. Tabii ki bu işte de okul/eğitim-öğretim en önemli araç/manivelaydı. Bir kararla herkesi okuma yazma bilmez hale koyup, yeni bir seferberlik başlattık. Mülevves bir karanlıkta sadece gözleri ışıldayan mahut bir varlık gibi görülen Anadolu insanı, aydınlanmaya muhtaçtı(!) Batı’dan John Dewey gibi eğitimciler getirdik. Hem Köy Enstitüleri kurarak Anadolu çocuklarını belirli merkezlerde toplayıp aydınlatmaya çalıştık, hem de en ücra yerleri okul ve öğretmenle aydınlatmaya(!) gayret ettik. Amaç çok ulviydi zira(!): Muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkacaktık. Biz, elde meşale canhıraş bir halde koşuştururken “Muasır Medeniyetler” de boş durmuyordu tabii, biz hızlandıkça onlar da adımları açtılar. Halen muasır medeniyetler seviyesini aşmak davamız bakidir.

Bu arada şuna dikkatinizi çekmek isterim: İslamcısı, Osmanlıcısı, Batıcısı; sağcısı, solcusu, liberali ve Kemalist’iyle bütün ideal sahiplerinin ortak bir noktası var: Hepsi okulun sihirli gücüne bel bağlamış durumdalar. Hepsi davalarının arzu edilen neticeye bağlanması için okulu ve eğitimi biricik vasıta görüyorlar. Devam edelim.

50’li yıllara geldiğimizde NATO üyeliğimizle beraber “Fulbright Sözleşmesi” ve Fulbright Komisyonu”[3] dâhil oldu eğitim maceramıza. Anadolu’ya yollar yapıldı, okullar açıldı. 1950’ye kadar ülkemizde 3 adet üniversite vardı. 1982 yılında bu sayı 24’e, 1992’de 49’a, 2022 yılı itibariyle ise 209’e yükseldi. Üniversite sayıları artarken onlardan daha süratli olarak da ilk ve orta öğretim kurumlarının sayısı ve kapasitesi arttı. Son yıllarda ise, devletimizin sağladığı teşvikler sayesinde ortalık kolejden geçilmez oldu.

Maksadım, sizleri eğitim kurumları ile ilgili sayılara boğmak değil. Bu nicelik artışının beraberinde bir toplumsal dönüşüm meydana gelmiştir. Ona işaret ekmek istiyorum. İlk üniversitemizin kurulduğu 1933 yılında nüfusumuzun yaklaşık %80’i kırsalda yaşamaktadır. İleriki yıllarda kurulan üniversiteler de genelde büyük şehirlerdedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitim yoluyla köyü ve köylüyü aydınlatmak düşüncesi hâkimdi. Köyü ve köylüyü karanlıklardan aydınlığa çıkarma azmini merkeze alan eğitim anlayışı, aydınlandığı varsayılanları, yarasaların uçuştuğu izbe karanlıklar gibi görülen kırsaldan zihnen kopartıyordu. Bu yaklaşım karşısında bir süre isteksiz bir tavır sergileyen Anadolu insanında, 1930-50 arası kırsalda yaşanan büyük sefaletin de tesiriyle, 50’li yıllara gelindiğinde “okuyup adam olma” sevdası meydana geldi. Bu artık önü alınamayacak göç dalgalarının da başlangıcıydı.

Hülasa, ülkemizde okul, kırsaldaki büyük insan varlığını topraktan/tarımdan, hayvancılık, ziraat ve bunlara bağlı zanaat gibi alanlardan kopartıp büyük şehirlere yığmanın bir vasıtası oldu. Bizde okul, savaş yıllarında cepheye gönderilmek üzere asker toplayan acemi erat istasyonları gibi bir görev üstlenmiştir. Okula girenler toprağından, ailesinden, ait olduğu yerden kopmuş ve kimlerin olduğu belli olmayan bir savaşın içerisine yuvarlanmıştır. Kırsalda nerede bir yerleşim yeri varsa orada inşa edilen okul,  nüfusu büyükşehirlere doğru vakumlayan bir hortum vazifesi görmüştür.

Çocuğum okusun da adam olsun, kendisini kurtarsın” diyen Anadolu insanı, payına düşen trajediyi kabullenmiş ve onu kendi eliyle ağırlaştırmıştır. Bugün onların son temsilcileri, büyük şehirden yaz tatillerinde gelecek evlatlarının ve torunlarının yollarını gözlemektedirler.  Şu an kırsalda kalmış yaşlı nüfusun ölümüyle birlikte Anadolu köylerinde kalan son ocaklar da, çoğunun söndüğü gibi, sönecektir. Okul, nüfusu kırsaldan devasa/azman şehirlere transferle kalmamıştır. Kitleleri, hem ürünleri hem de onlara yönelik talebi üreten endüstrinin oyuncağı haline getirmiştir. Bugün hemen herkesin üniversite diploması almaya yönlendirildiği bir vasatta, insan ömrünün gelişim/oluşum çağı olan ilk 20 yılı eğitim kurumlarında geçmektedir.   İvan İllich’in “Okulsuz Toplum” adlı kitabında dediği gibi: “Okul gelişimlerinin sorumluluğunu kendilerine vermemekle bu insanların çoğunu ruhsal intihara sürüklemektedir.”  Küresel endüstrinin bir aracı durumundaki eğitim sistemiyle yapılandırılan toplum için yine aynı eserde İIlich: ”Özgürlük paketlenmiş mallar arasından dilediğini seçebilmeye indirgenmiştir.” diyor. Sadece mallar mı? Tasarlanmış fikirler, tasarlanmış siyasi kadrolar, hatta bütünüyle tasarlanmış hayatlar… Seç beğen al!

Tarihin hiçbir döneminde Okul/eğitim-öğretim, modern zamanlardaki gibi resmi(formel) hale getirilip bu kadar yaygınlaştırılmadı. Zira kimsenin insanları tasarlamak, onların hayatlarının her alanına bir standart getirmek hevesi olmadı. Ama her dönemde insanların kendilerine bakıp yönünü tayin edeceği, ziyasından istifade edeceği münevver ve bilge kimseler oldu. Tarihin hiçbir devrinde insana faziletler kazandırmanın ve onu olgunlaştırmanın tek yolu okulmuş gibi görülmedi. Zira aile, din, cemiyet ve meslek teşekkülleri bu vazifeyi görüyordu. Bizde Lonca ve Ahilik düzenini misal vermekle iktifa edeyim. Daha birçok misal vermek mümkün.

Okul, dünyayı faziletler yurdu yapmayı vadederek insanı ayartmış ve onu bütün asli ünsiyetlerinden kopartmıştır. Bu haliyle, sömürüden neşet eden ve gelişip serpilen kapitalizmin kurduğu endüstri düzeninin suç ortağıdır okul. Küresel endüstrinin amaçları doğrultusunda toplumların dönüştürülmesinin en sureti haktan ve en kullanışlı vasıtası okul olmuştur.  Zira Merhum Nurettin Topçunun dediği gibi: “Mektepler açıldı; bunlarda yeni ilimler okutuldu. Lakin ilim sevgisi aşılanmadı; âlimin üstünlüğü ve cemaat içindeki önderliği telkin edilmedi. İlim bizim hayati menfaatlerimiz için vasıta olarak şekil halinde istismar edilmek istendi; teknik putlaştırıldı.”

Geldiğimiz noktada, en başta belirttiğim, nüfusun 1/3 ünün öğrenci olduğu gerçeği, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir meseledir.  Bu gerçek, bu toplumun kendi ihtiyaçlarını kendisinin karşılayacağı bir üretim düzeni kurmasına manidir. Tükettiğini üretmeyen bir toplum başkalarının kölesi olmaya mahkûmdur.

2019 yılı Eğitim-Öğretim yılı açılışında Kadıköy’de bir lisede idareciler, öğretmenler ve veliler gözetiminde yapılan, yeni öğrencileri simit atarak karşılama töreni, anlatmaya çalıştığım büyük dönüşüme en müşahhas örneklerden birisidir. Ekmeği mübarek bilen ve onu öpüp alnına koyan bir toplumun geldiği yer burasıdır. Bu sadece ekmeğe saygısızlıkla, ya da mezkûr okulla sınırlı bir durum değildir. Dünyanın her yerinde, her geçen gün  insanlığın müşterek hasleti olan değerler irtifa kaybetmektedir.

Pekiyi, o zaman okulun/eğitim-öğretimin insanlığa yüzyıllardır vadettiği faziletler nerededir?

 

 

[1] Bağdatlı Ruhî

 

[2] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/28439

[3] Komisyon 4 Türk ve 4 Amerikalı üyeden teşekkül ediyor ve başkanı Ülkemizdeki en rütbeli ABD temsilcisi. Oylamalarda sonucun eşit çıkması halinde başkanın tarafı kararı belirliyor.

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

canlı casino siteleri papyonshop.com ofis taşıma parça eşya taşıma evden eve nakliyat nakliyat deneme bonusu veren siteleri canlı casino